2 Nisan 2021 Cuma

Sabahattin Ali'yi Saygıyla Anıyoruz

“Biz istiyoruz ki bu memlekette yapılan her iş,
üç beş kişinin çıkarlarına değil,
bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun."

Türk edebiyatının değerli yazarı, unutulmaz şairi Sabahattin Ali'yi 2 Nisan 1948'de yitirdik.
Sabahattin Ali'yi ölümünün 73. yılında saygıyla anıyoruz!


SABAHATTİN ALİ

AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU
25 Şubat 1907'de Gümülcine sancağına bağlı olan Eğridere'de dünyaya gelen Sabahattin Ali, asker kökenli bir ailenin çocuğudur. Babası piyade yüzbaşısı Salahattin Bey, annesi ise yine bir asker çocuğu olan Hüsniye Hanımdır. Salahattin Bey, jöntürkleri destekleyen, oğluna ismini verdiği Prens Sabahattin ve Tevfik Fikret ile dostlukları bulunan biridir. Salahattin Bey'in askerlikten istifa etmesi sebebiyle aile Edremit'e yerleşir. Böylelikle bir ömrü meskensiz geçiren bir adam için ilk yolculuk yapılmış olur. I. Dünya Savaşı nedeniyle 1914'te Salahattin Bey askere alınınca, aile Çanakkale'ye geçer. 1918'e dek savaşın olduğu bu bölgede kalmak, Sabahattin Ali'yi oldukça etkileyecektir.

Çocukluğunun genelinde annesinin rahatsızlığıyla sıkıntılı günler geçiren Sabahattin Ali, babasının işlerinin bozulması ve ailenin ekonomik durumu nedeniyle de erken yaşlarda hayat mücadelesinin içinde yer alır. Histeri olan annesinin tüm olumsuzluklarına, kendisi ve iki kardeşi için göğüs gerdiğini düşündüğü babasının, onun gözünde çok ayrı bir yeri vardır. Nitekim babasının ardından, "Hayatımın direği yıkıldı sandım!" diyecektir. Sabahattin Ali'nin, eserlerindeki gerçekçiliğin temellerini atan Salahattin Beyin gözündeki değerini, onun için yazdığı "Babam İçin" adlı şiirde bulmak da olanaklıdır.

EĞİTİMİ
Eğitimine İstanbul Üsküdar Doğancılar'daki Füyûzat-ı Osmaniye Mektebinde başlayan Sabahattin Ali, ailesi Çanakkale'ye taşınınca Çanakkale İbtidai Mektebine girer. Okul, savaş nedeniyle öğretmensiz kalınca kapansa da babası ve diğer subayların yardımıyla yeniden açılır ve Türkçe derslerini Salahattin Bey verir. Aile, 1918'de Salahattin Beyin askerlikten istifası üzerine İzmir'e yerleşir. İzmir'in Yunan işgaline uğraması sonucu Edremit'e, annesinin ailesinin yanına gitmek zorunda kalırlar. Burada Sabahattin Ali, Edremit İdadisine devam eder; okumaya düşkün, başarılı, zeki bir çocuktur. 1921'de,  eğitimine devam etmek için İstanbul'a, dayısının yanına gelir; ancak bir yere giremeyince bir yıl sonra Balıkesir Dârülmuallimin'e girer. Sabahattin Ali aslında baba mesleğine devam etmek, orduya katılmak istemişse de o yıl askeri okula öğrenci alınmayınca bu isteğini yaşama geçiremez.

İlk öyküsü "Horoz Mehmet"i bu yıllarda kaleme almış ve şiir yazmaya başlamıştır. Okumayı ve okulunu seven Sabahattin Ali için ilk şikâyet (ya da ilk ihbar) o yıllarda olur; intihara giden bu yoldan çabuk döndürülse de okul, gözünde soğur. Öğretmenlerinin desteğiyle İstanbul Öğretmen Okuluna geçiş yapar. Son sınıfı burada tamamlayan Sabahattin Ali, 1927'de okulu bitirip Yozgat Cumhuriyet Mektebine atanır. Bir yıl ilkokul öğretmenliği yaptığı Yozgat'ta çok bunalır. İstanbul özlemini, "İstanbul hasreti fena halde beni sardı. Evleri, sokakları, denizleri, insanları gözümden gitmiyordu..." diye ifade ederken, bu yıllar "Bir Siyah Fanila İçin" adlı öyküsünün temelini oluşturur.

ALMANYA'DA DİL EĞİTİMİ VE RUS YAZARLAR
1928 yazında İstanbul'a gelen Sabahattin Ali, Maarif Vekâleti'nin yabancı dil öğretmeni yetiştirmek için Avrupa'ya öğrenci göndereceği haberi üzerine sınava girer, sınavda başarılı olarak Almanya'ya gider.

Sabahattin Ali, Almanya'da önce 15 gün Berlin'de, 1 yıl kadar da Postdam'da kalır. Almancasını ilerletmek için özel kurslara devam eder. Bu arada okumalarını yoğunlaştıran, özellikle Ivan Turgenyev, Maksim Gorki, Knut Hamsun gibi adların yapıtlarını okuyan Sabahattin Ali, Terkib-i Bend'i tamamlar. Bir taraftan şiir yazmayı sürdürür. Berlin'de daha çok aristokrat ve subayların çocuklarının gittiği bir okula başlar. Bu ortama alışması pek olanaklı gözükmüyordur; yaşanan tatsız bir olay sonrasında okuldan ayrılır. Bu ayrılış aynı zamanda Türkiye'ye dönüşle sonuçlanır. 1930'da ülkeye döner, Bursa'da ilkokul öğretmenliğine atanır. Bu arada Gazi Enstitüsü'nde açılan yabancı dil sınavlarına katılır ve aldığı yeterlilik belgesiyle 1930-1931 ders yılı başında Aydın Orta Mektebinde Almanca öğretmenliğine atanır.

İLK TUTUKLANMA, HAPİS VE GERÇEK KARAKTERLER
1930'lu yıllar, ilk toplumsal gerçekçi denemelerinin yayımlandığı ve Nâzım Hikmet ile tanıştığı dönemdir. Yazılarına hızla devam etmektedir; ancak ikinci bir ihbar, bu kez onun tutuklanmasına yol açacaktır. Aydın Erkek Sanat Mektebinde bulunan Türkiye Komünist Partisi'nin Kızıl İstanbul adlı gazetesi, onun öğrenciler üzerinde yıkıcı etkisi olduğu ihbarıyla tutuklanmasına neden olur. Söz konusu partiyle ilişkisi olmadığından dava beraatla sonuçlansa da 3 ay süren tutukluluğu, onun yapıtlarındaki karakterlerin oluşmasında önemli bir yer edinir.

1931'de Konya'ya atanır. Burada annesi ve kız kardeşiyle birlikte yaşayan Sabahattin Ali hem Almanca öğretmenliğine devam eder, hem de kalemini işletir. Yazdıklarını dergi ve gazetelere gönderir. En önemli yapıtı sayılan "Kuyucaklı Yusuf" bu dönemde Yeni Anadolu gazetesinde 15 sayı kadar tefrika edilmiştir. Ücretini alamayınca tefrika yarım kalır ve bir ihbara daha maruz kalır. Bir arkadaş meclisinde okuduğu "Memleketten Haber" adlı şiirden ötürü hakkında dava açılır. Hüküm giyen Sabahattin Ali'nin Konya'da başlayan hapis günleri Sinop'la devam eder. 26 Aralık 1932'de tutuklanan, 29 Ekim 1933'te cezası bağışlanan Sabahattin Ali'nin hapishaneye ilişkin görüşlerini "Duvar" öyküsündeki şu satırlar çok güzel ifade etmektedir:

"Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak, ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir."

Sinop Cezaevi, ne yazık ki pek çok yazarımızın o 'deli dalgalar'a dayanmaya çalıştığı bir yer olarak tarihte yerini alırken, Sabahattin Ali'nin kaleminden "Hapishane Şarkısı" adlı şiirler çıkmış, "Göklerde Kartal Gibiydim" ve "Aldırma Gönül" bugün her dilde ve gönülde yer eden dizeler olarak bestelenmiştir.

EVLİLİĞİ VE SAVRULAN YILLAR
Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde çıkarılan Af Yasası ile hapishaneden kurtulan Sabahattin Ali, önce İstanbul'a sonra da Ankara'ya gider. Niyeti işine bir an önce geri dönmektir. Memurluktan kaydı silinen Sabahattin Ali, yeniden memur olabilmek için bir dilekçe verir. 7 aylık inceleme sonucunda önce Neşriyat Müdürlüğünde büro şefliğine atanır, daha sonra 1934'te Talim ve Terbiye Dairesinde ikinci sınıf mümeyyizliğine verilir.

Düzenli bir yaşam ve belki de bir yuva sıcaklığı, yerleşik bir hayat özlemiyle evlenmeye karar verir. 1935'te Aliye Hanımla evlenir; bu evlilikten kızı Filiz dünyaya gelir. Sabahattin Ali için bu mutlu günler Ankara'da devam etmektedir. Mümeyyizlik kadrosu kaldırılınca Neşriyat Dairesinde ikinci sınıf kalembaşılığına getirilir. Ayrıca bu dönemde Ankara ikinci Ortaokulunda Almanca öğretmenliği yapar. 1936'da senesinde "Ali" soyadını alır.

ASKERLİK VE YAZILAR
1937 başında askere çağrılan Sabahattin Ali, ailesiyle İstanbul'a gelir. 2 ay er, 6 ay öğrenci olarak eğitim aldığı Harbiye'den sonra 1938 başlarında yedek subay olarak Eskişehir'e gönderilir. Terhisinden sonra Ankara'ya gelir; ama II. Dünya Savaşı nedeniyle önce Sarıkışla, ardından da İstanbul'da tekrar görev yapar. Bu süre içerisinde yapıtlar vermeye devam eder; "Kürk Mantolu Madonna"yı İstanbul'dayken yazmaya başlamıştır. 

1938'de Ankara Musiki Öğretmen Okulunda Türkçe öğretmenliğine atanan Sabahattin Ali, daha sonra bu okulun yerini alan Devlet Konservatuvarı'nda önce Karl Ebert'in asistanlığına daha sonra da dramaturgluk görevine getirilir.

Sabahattin Ali, yıllar içerisinde hep gözlenen ve kuşkuyla bakılan biri olmuştur. 1941'de bir akrabasının düğünü için gittiği Edremit'te, bir sabah gezintisi sırasında tuttuğu notlar, onun yine suçlanmasına neden olmuştur. 1935-1945 arası en verimli dönemi olurken, "İçimizdeki Şeytan" romanından ötürü 1944'te Nihal Atsız tarafından başbakana yazılan mektup ve ardından Ali'nin açtığı dava, onun düzenini bozar. Mahkeme, sonuçta Atsız'ı mahkûm etse de bunu izleyen günlerde Sabahattin Ali kendisine yapılan saldırılardan yakasını kurtaramaz. Geçimini yazarlık yaparak sağlamaya karar verip Konservatuvar'dan ayrılır.

GAZETECİLİK, KOVUŞTURMA, BASKILAR
Konservatuvar'dan ayrıldıktan sonra İstanbul'a gelen Sabahattin Ali, Gün dergisinde öyküler, LA Turquie ve Yeni Dünya gazetelerinde siyasal fıkralar yazar. Muhalif seslerin susturulduğu 1945'teki olaylar sonucunda Sabahattin Ali yine işsiz kalır. Bu olaydan sonra önce Gerçek gazetesinde, daha sonra Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile çıkardığı Marko Paşa, Malûm Paşa, Merhum Paşa, Mazlum Paşa gibi dergilerde çalışır.

Buralarda yazdığı yazılardan ötürü hakkında 'neşren hakaret' davaları açılır. "Topunuzun Köküne Kibrit Suyu" adlı yazı Aziz Nesin'e ait olmasına karşın sorumluluğu üzerine alır. Davalardan biri kesinleşince 3 aya mahkûm olur. İstanbul ve Üsküdar'da günlerini doldururken, 1947 Eylülünde hapisten çıkar; ancak "Adalet Koridorlarında" yazısından dolayı hakkında yeniden dava açılır. 19 Aralıkta tutuklanıp Sultanahmet'te 12 gün hapis yatar.

YAŞAMA TUTUNAMAMA VE ÖLÜM
"Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli; hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?" diye sorar kendine; artık gücü kalmamıştır. Hapishaneden sonra Zincirli Hürriyet'teki yazısı nedeniyle kovuşturmaya uğramak artık son nokta olur ve bir kamyon alıp nakliyeciliğe başlar. Sürekli gözlem altında olmak, onda pek çok değişikliğe yol açar; sokaklarda tebdili kıyafet dolaşmaya başlar. Çareyi yurtdışına çıkıp hayata yeniden başlamakta gören Sabahattin Ali, Fransa'ya gitmek için pasaport istese de kendisine pasaport verilmez. Bunun üzerine kaçma planları yapan Ali, Amerika'dan getirtilen baskı makinesini satarak borçlarını öder, kalan parayı da Ankara'ya ailesine bir mektupla gönderir.

Hapisteyken tanıştığı Hasan Tural, onu Ali Ertekin'le tanıştırır. Yapılan plan sonucu Edirne'ye peynir götürmek için yine cezaevinden tanıdığı şoför Salim, Ali Ertekin ve Sabahattin Ali yola çıkarlar. 31 Mart 1948'de Kırklareli'ne hareket edilip Kızılcadere köyüne gelindiğinde Sabahattin Ali ve Ali Ertekin yola kendileri devam ederler, kamyon Salim ise geri gönderilir. Bu tarihten sonra Sabahattin Ali'den bir daha haber alınamaz. Pek çok kişi onun yurtdışına çıktığını düşünürken, 16 Haziran 1948'de bir çobanın bulduğu cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğu saptanır. Bulunan cesedin dağılmış olması kimlik belirlemesine olanak vermediğinden geride pek çok soru işareti kalır.

6 ay süren incelemelerde, Bulgaristan'a adam kaçıran bir şebekenin izlenmesi sırasında, Ali Ertekin bu işle ilgisi olduğu gerekçesiyle tutuklanır ve ifadesinde, "Söylediği sözler bende nefret uyandırmaya başlamıştı" diyerek Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eder. 4 yıla mahkûm olan Ali Ertekin, Af Kanunuyla hapisten çıkarken, geride pek çok söylenti bırakmış, bu işin arkasında kimlerin olduğu ve Sabahattin Ali'nin gerçekten kaçarken mi öldürüldüğü, bugün bile üzerinde tartışılan bir konu olarak kalmıştır.

YAPITLARI

"Yazacaksan Doğru Dürüst Yaz!"

Sabahattin Ali'nin öykücülüğünde ön planda olan gerçekçilikte, babasının etkisi kuşkusuz önemlidir. İlk yazdığı kompozisyonda babasıyla çıktıkları avı anlatır. Ancak bu anlatımda, "Sabah güneşin ilk ışıkları penceremize vururken..." biçimindeki başlangıç, babasının tepkisine neden olur: "Ulan," der, "biz ava çıktığımız zaman daha güneş doğmamıştı. Sen nasıl olur da, güneşin ışınlarından söz edersin! Bu bir aldatmacadır. Yalancısın sen! Kimi aldatıyorsun! Yazacaksan doğru dürüst yaz. Yalan dolan istemez!" Bu aldığı ilk derstir ve özellikle Anadolu'ya yöneldikten sonra yerini bulur. Kendisiyle sürekli hesaplaşma halindeki Sabahattin Ali, kendini aldatma çabasını dahi yazılarında itiraf eder. Kendini ortaya koymaktan çekinmezken de kahramanlan genellikle kendisidir. "Benim kanaatimce sanat, insana insanı ve hayatı ve bunların manasını öğretmekle muvazzaftır" sözleri onun sanat anlayışını özetler. 

Kaleme aldıklarına bakıldığında ilk yazdıklarında "aşk" izleği öne çıkarken, sonraları toplumsal sorunlara yönelik olarak köy ve köylüler, doktorlar ve hastaneler, cezaevi ve tutuklular ile aydınlar ve yöneticiler yazılarında sıklıkla işlenmeye başlanır. Konuşma diline yakın, yalın bir dil kullanmasında, halka yakın olma ve onun anlayamayacağı sözcükleri kullanmamak etkilidir. Öykülerini bir olaya dayandıran ve olayı da bir durum gibi algılayan Sabahattin Ali'nin olayları toplumsal ağırlıklıdır.

HERKESTEN AYRI BİR YALNIZLIK

Çalkantılı bir hayatın içerisinde yaşadıkları ve uğradığı ihanetler onu yalnızlaştırmış, doğaya sığınmasına neden olmuştur. Bütün yapıtlarında yer alan anlaşılmama, bir köşeye çekilme ya da olayları kabullenme şeklinde ortaya çıkan küskünlük diyebileceğimiz yalıtılma hali, ömrüne yayılan bir yaşanmışlıktır. Bulamadığı yanıtlarla umarsız kalırken, yaşanan ve benimsenen hayatın ayrıntıları, onun istediği doğal hayata ve özgürlüğe engel olmuş, çaresizliği artırmıştır. Bu doğal olma halini karşılıklı ilişkilerde de arayan Sabahattin Ali için tüm yazdıklarında samimiyet kendini belli eder.

Mustafa Kutlu'nun "Gözleri sulh içinde yaşanılan, mazlumların seslerinin işitilmediği bir dünyaya açılsaydı; herhalde lirik, pastoral, coşkun şiirler yazardı" sözleri Sabahattin Ali'nin şairliği de göz önüne alındığında, onun coşkulu, duygulu ve duyarlı kişiliğini öne çıkarıyor. Yapıtlarında aşkı da masalımsı bir yorumla ifade ederken, bazı tiplemelerindeki dengesizlik, yalnızlık ve biraz da irade noksanlığının göstergesi olarak ifade bulur.

ÖYKÜ VE ROMANLARI
Yazıya erken yaşlarda başlayan Sabahattin Ali'nin yayımlanan ilk öyküsü 1928'de Irmak dergisinde çıkan "O Arkadaşım" adlı öyküsüdür. Daha sonra Çağlayan dergisinde şiirleri ve öyküleri yer alır. Kitaplarına giren öykü ve şiirleri ise Yedi Meşale dergisinde yayımlananlar arasındandır. İlk toplumsal gerçekçi öyküleri Resimli Ay'da yayımlanır, ilk kitabı Değirmen 1935'te çıkar. Bunu 1936'da Kağnı izler. Ölümünden önce 5 kitapta toplanan öykülerinin diğerleri ise Ses, Yeni Dünya ve Sırça Köşk'tür. İyi bir gözlemci olarak kullandığı yalın dille pek çok eser verirken, romanları arasında bir seri olarak düşünülmüş ama devamı gelmemiş olan Kuyucaklı Yusuf önemli bir yer tutar. Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan ise sevi ve aydınlar arası iç çatışmaları yansıtması açısından etkileyici diğer romanlarıdır.

ŞİİRLERİ VE BESTELENENLER
Irmak, Servet-i Fünun, Hayat, Meşale ve Güneş dergilerinde de şiirleri yayımlanan Sabahattin Ali'nin bu şiirleri Kurbağanın Seranadı'na girmiştir. İlk yayımlanan şiir kitabı ise Dağlar ve Rüzgâr'dır. Bu ilk şiir kitabındaki egemen hava halk edebiyatı tarzı olup şiirlerin çoğunluğu koşma biçemiyle yazılmıştır. Özellikle hapishane günlerinde kaleme aldığı, özgürlüğe özlemini dile getiren şiirleri ilgi uyandırmış, bu şiirler daha sonraki yıllarda bestelenmiştir. En çok dillendirilmiş şiiri, 1977 yılında Kerem Güney tarafından bestelenen Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül) olurken Leylim Ley, Dağlar Dağlar, Ben  Sana Vurgunum, Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim) diğer bilinen bestelenmiş şiirleridir.

ÇEVİRİ VE DERLEMELER
Sabahattin Ali, okuma merakı ve öğrenme arzusu içinde ilerlettiği Almancasıyla pek çok çeviri de yapmıştır. Antigone, Fontamara, Üç Romantik Hikâye, Minna Von Barnhelm çevirileri arasında yer alır. Sabahattin Ali'nin bunların dışında bazı derlemeleri de bulunmaktadır. Marko Paşa Yazıları ve Ötekiler, İki Gözüm Ayşe ve Mahkemelerde bunlardandır.

Sabahattin Ali'nin Yapıtları

ŞİİRLER
Dağlar ve Rüzgâr (1934 - Yeni Eklerle 1943)
Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler'le birlikte (1937)

BESTELENEN ŞİİRLER
Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül - Kerem Güney, Edip Akbayram)
Leylim Ley (Zülfü Livaneli)
Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim - Edip Akbayram)
Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)
Çocuklar Gibi (Sezen Aksu)
Kız Kaçıran (Ahmet Kaya)
Kara Yazı (Ahmet Kaya)
Melankoli (Ali Kocatepe)
Eskisi Gibi (Ben Sana Vurgunum - Ali Kocatepe)
Dağlar (Dağlardır Dağlar - Sezen Aksu)

ÖYKÜLER
Değirmen (1935)
Kağnı (1936)
Ses (1937)
Kağnı - Ses (1943 - İki Kitap Birlikte)
Yeni Dünya (1943)
Sırça Köşk (1947)

ROMANLAR
Kuyucaklı Yusuf (1937)
İçimizdeki Şeytan (1940)
Kürk Mantolu Madonna (1943).

ÇEVİRİLER
Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)
Antigone, Sofokles (1942)
Minna Von Barnhelm, G.E. Lessing (1943)
Üç Romantik Hikâye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso - E.T.A. Hoffmann (1944)
Fontamara, Ignazio Silone (1944)
Gyges ve Yüzüğü, C. F. Hebbel (1944)
Yüzbaşının Kızı, A.S. Puşkin (1944) (Erol Güney ile birlikte)